Hoşgeldiniz Canlar...
   
  Ardahan Alevî Kızılbaşlar
  Künt-ü Kenz nedir?
 

Alevilik`te Künt-ü Kenz kavramı;


 


Değerli canlar;

Birçok deyişimizde adı geçen ama anlamını birçoğumuzun bilemediği bazı KAVRAM'ları dilimizin döndüğünce kısa ve öz olarak anlatmaya çalışacağız.

Tabiki bu kavramlar bir kaç cümle ile anlatılamaz ama hiç bilmemek yerine sözlük anlamı ve azda olsa özet bilgimiz olsun mahiyetinde paylaşımlardır bu bilgiler..

 

KÜNT-Ü KENZ de bu kavramlardan birtanesi ve ALEVİ BEKTAŞİ inanç ve felsefesinde en önemli yerde duran bir KAVRAM dır..

Aşağıda sıralamış olduğumuz bilgiler kısa ve öz ama sizi en azından araştırmaya ve düşünmeye yönlendirecek ve aynı zamanda bu kelime neymiş ne zamandır duyuyoruz ama bilmiyoruz gibi sorularınızada azda olsa cevap olacağını umut ediyoruz..

 

Künt-ü kenzen mahfiyyen fehalaktü'l halka liya'rifûnî."

Anlamı:"Ben bir gizli hazine idim. Görülmek, bilinmek istedim, bu yüzden alemi yarattım." 

 

HAK'ın ilk durumu anlamında olan gizli hazine. tarikat ve yol inancına göre evren, tanrısal sevgi ve aşk nedeniyle yaratıldı; tanrı, künt-ü kenz durumundayken kendi güzelliğini görmek istedi; evreni ve insanı yarattı.

 

Alevi bektaşi inancına göre,

İnsanda saklı olduğuna ve nesfini terbiye ederek ruh ve beden bütünlüğüne eriştiğinde bulacağına inanılan gizli hazine olarak tasvir edilen insandaki tanrısallık.

 

 

BİNG BANG TEORİSİ ve KÜNT-Ü KENZ

 

Big Bang ya da Büyük Patlama, evrenin yaklaşık 13.7 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören[1] evren modelidir. Big Bang modeli, ilk kez 1920′lerde Alexander Friedmann ve Abbé Georges Lemaître tarafından ortaya atılmıştır. Modern sürümü ise 1940′larda George Gamow ve mesai arkadaşları tarafından oluşturulmuştur .[1]

 

Big Bang modeline göre “…evren aşırı yoğun bir temel durumda iken hızla genişlemiştir. Bunun sonucunda yoğunluğu ve ısısı aşırı oranda azalmıştır. Hemen ardından -günümüzde de gözlenebildiği şekilde- maddenin anti-maddeye baskın gelmesi, proton çürümesi gerçekleştiği sanısını uyandıran çok çeşitli süreçler sonucu gerçekleşmiş olabilir. Bu süreçler esnasında ortamda muhtemelen çok çeşitli ilkel atom altı parçacıklar vardı. Birkaç saniye sonra evren bazı çekirdeklerin oluşmasına imkan sağlayacak kadar soğudu. Belirli miktarlarda hidrojen, helyum ve lityum oluştu. Oluşan miktarların bolluğu günümüzde gözlenen miktarlar ile uyum içerisindedir. Yaklaşık 1 milyon yıl sonra evrenin sıcaklığı atomların oluşumuna imkan sağlayacak kadar düşmüştü. Evreni dolduran radyasyon ise boşlukta seyahat etmeye başlamıştı. Bu henüz çok genç olan evrenin kalıntıları, 1965′te Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson tarafından keşfedilen.”[1]

 

Genel görelilik kuramı ve kozmolojik prensip

 

Big Bang modeli temelde iki kabule dayanıyor:

Albert Einstein’in genel görelilik kuramı ve kozmolojik prensip.

 

Genel görelilik kuramı tüm cisimlerin çekimsel etkileşimini hatasız olarak açıklar. Kozmolojik prensibe göre, gözlemcinin evreni gözlemlemesi, ne kendi konumuna, ne de baktığı yöne bağlıdır. Bu prensip evrenin makro özelliklerini açıklamakla birlikte, evrenin sınırı olmadığını, bu nedenle Big Bang’in boşlukta belirli bir noktada değil, aynı anda tüm boşluk boyunca gerçekleştiğini ima eder.[1] Makro ölçekte evren homojen ve izotropiktir.

 

Bu iki kabül, evrenin Planck zamanından sonraki tarihini hesaplamayı mümkün kılmıştır. Bilim adamları halen Planck zamanından önce gerçekleşen çok önemli olayları tespit etmeye çalışmaktadır.[1]

 

Büyük Patlama teorisi, Galaksiler nebulözler ve yıldızlar arası plazmanın ne şekilde meydana geldiğini açıklar. Bu ilk infilaktan bu yana çok daha küçük patlamalar (süpernovalar) halen devam etmekte ve evren, genişleyip büyümeye devam etmektedir. Gerçekten de dünyadaki gözlem evlerinden izlenen uzak galaksilerin ışığındaki kırmızıya kayış, bunun ispatı olarak kabul edilmektedir.

 

Teoriye göre büyük patlamadan sonra evren radyasyondan yayılan çok sıcak gazla doldu. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti:

 

Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K’ye (2726,85 santigark) düşünce bu parçacıklar birleştiler ve ilk atomlar oluştu.

 

Atomlar bilindiği gibi maddeninyapı taşları…

 

Bilime göre maddenin, varlığın, evrenin oluşumu böyle teorize ediliyor.

 

Alevi öğretisinin temeli: “nur”(ışık ) nazariyesi

 

Bu sıkıcı teknik bilimsel anlatımlardan sonra gelelim, aynı konunun Alevice, Batın dilinde anlatımına.

 

Günümüzde Alevilik diye adlandırılan yol, diğer bütün Batıni öğretiler gibi “nur” nazariyesini (teorisini) temel alır. Evrenin oluşumu ve yaşamın ortaya çıkıyı, arştaki bir kandildeki nur’dan (ışık) başlatılır.

 

Ezelde; gerçeklerin deminde, “yedi kat arşta asılı kudret kandilinde” bir nur (ışık) vardı.

 

Bu ışık kendi özünde meydana gelen patlamayla sonsuzluğa doğru yayıldı, genişledi, büyüdü.

 

Tüm varlık bu ışıktan, bu patlamadan südûr etti (fışkırdı).

 

Aslı bir olan varlık, sayılamayacak kadar çok farklı şekilde gözüktü.

 

Şekillerin kesreti (çokluğu) ortaya çıktı.

 

“Hü diyelim gerçeklerin demine

Gerçeklerin demi nurdan sayılır”

(Hatayî)

 

“Yedi kat arşta asılı

Kandildeki nura geldim”

(Pir Sultan Abdal)

 

“Ta ezelden kandildeki nurdayım

Binde bir can eremedi bu sırra”

(Dermanî)

 

“Kudret kandilinde bir ışık iken

Ta ol zaman aşık oldum nura ben”

(Pervane)

 

“Kandilde nur ikensevmişim seni

Güzel pirim sultan pirim şah pirim”

(Genç Abdal)

 

“Katre idim şimdi ummanlar oldum

Arştaki kandilden nurdan gelirim”

(Kul Nesimî)

 

 

“Gerçekler in demi nurdan sayılır”

 

Alevi cemleri, baştan sona, bilimin “büyük patlama” dediği, südûra (Tanrıdan fışkırma) dayalı evrenin oluşumu modelinin teatral bir anlatımı, canlandırılması dır. Cem, çerağ uyandırılarak (ışık yakılarak) başlar. Ancak cemin bitişinde çerağ söndürülmez, “sır” edilir. Çünkü ışık, Alevi öğretisinde asli varlıktır, gerçektir, delildir; bu yüzden cemdeki 12 hizmetten biri çerağ uyandırma yani delilci hizmetidir.

 

 

“Kandil geceleri kandil oluruz

Kandilin içinde fitil oluruz

Hakk’ı göstermeye delil oluruz

Bakar kör olanlar görmez bu hali”

(Edib Harabi)

 

Bütün Alevi ozanlarınca dile getirilen ışık teorisine göre yer, gök, her ne var ise bu kaynaktan hayat buldu. Önsüz ve sonsuz olan Hakk’tır, gerçektir, Hakk’ın delilidir. Bu yüzden Alevilikte “yaratılış ” semavi dinlerdeki anlamda değildir. Aleviler yaratılmışın tamamını yaratanın kendisi olarak görürler. Yani Tanrı’nın “Kün” (ol) emriyle her şeyin bir anda meydana geldiği anlayışı, çok sonraları semavi dinlerden giren bir unsurdur. Kadim Batinilik olan Alevilikte “yaratılış ” terimiyle kastedilen, önsüz ve sonsuz mutlak varlığın, kendini çoklu şekillerde göstermesidir. Görünen-görünmeyen her şey, O’nun şekilleri, sıfatlarıdır. Şekiller çok olsa da varlık birdir.

 

Semavi dinlere göre evren ile Allah arasında öz bakımından ayrılık vardır. Bunlara göre Allah varken, başka hiçbir şey yoktu ve Allah, yarattıklarında n hiçbirine benzemez. Varlık fani (Geçici) Allah ezeli ve ebedi, dolayısıyla kalıcıdır.

 

Batıni öğreti ise bu görüşleri benimsemez. Batıni öğretiye göre kalıcı olan Tanrı tarafından yaratılmış ne varsa onunla eş niteliktedir. Çünkü yaratılan, yaratanın bütün özelliklerini yansıtır. Yaratılan, yaratanın görüş alanına çıkmasından, kendisini görünür hale getirmesinden başka birşey olmadığı için, ikisi arasında öz ayrılığı yoktur. Öyleyse yaratılanla, yaratan eş varlık düzeyindedir, birbirinin iki ayrı görünüş türüdür. Yaratılan evren, yaratan Tanrı’da vardır. Tanrı ve yarattıklarının tümü bir varlık olarak kabul edilir (vahdeti mevcud).

 

Südûr teorisi

 

Alevi (Batınilik) öğretisinde, bilimin “büyük patlama” dediği teorinin adı, “südur” dur (fışkırma). Bu teoriye göre “Kendisini seven ve bilme ihtiyacı içinde olan Tanrı, üst düzeyde bir bilince ulaşmak için kendisiyle yabancılaştı. Özünden hiçbir şey kaybetmeksizin tüm evren, bir ışık ve sevgi yumağı olan Tanrıdan fışkırdı.

 

Südurun ilk sonucu olarak mineraller oluştu. Devrin ileriye doğru devam etmesi gerekiyordu. Minerallerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar meydana çıkmış ve hayvanların içinden de hominidler grubundan insan türedi.

 

Evrende var olan her şeyin özü “hava, toprak, ateş ve su” olmak üzere dört unsura (Anasır-ı Erbaa) dayalıdır.

 

Sonraki aşamada Tanrının kişiliğinin üç farklı yönü ortaya çıktı. Hermes rahipleri bu üçlemeye Osiris-İsis-Horus derken Hristiyanlar bunu Baba-Oğul-Kutsal ruh şeklinde formüle etti. Aleviler ise İslam’a eklemlenme sürecinde üçlemeyi Allah-Muhammed-Ali diye adlandırdılar.

 

Üçüncü aşamada “Aklı Evvel” ortaya çıktı. Aklı Evvel, tüm evreni ve bu arada dünyayı kaostan kurtarıp düzenli bir forma sokan kutsal güçlerin bütünüydü ve niteliğinden dolayı ona, “Evreni inşa eden usta” da denilmekteydi.

 

Adem, yeryüzünde vücut bulan Tanrısal yansımaydı. Yani mikrokozmostu. Tanrının kendisini bilmesi için insana, özellikle de Kamil İnsana ihtiyacı vardı. Çünkü, Tanrısal Nur ile birleştiğinde deneyimlerinden , düşüncelerinden yararlanarak Tarısal bilincin artmasını sağlayacak biricik varlık Kamil İnsandı (İnsan-ı kamil)

 

· Bilimin, evrenin yaratılışı-ortaya çıkışına ilişkin henüz 20. yüzyılda geliştirdiği ve günümüzde milyarlarca dolar maliyetli bir deneyle kanıtlamaya çalıştığı, bing-bang (büyük patlama) teorisi, kadim Batıni (Ezoterik) öğretide ve bunun bizim coğrafyamızdaki versiyonu olan Alevilik’te binlerce yıldır var olan, bilinen “nur” nazariyesi ve ondan fışkırmayı içeren “südur” teorisinden başka bir şey değildir.

 

· Aleviler, bu kadim bilgiyi, içinde yaşadıkları bağnaz, dinsel ortamda, egemenlerin baskısı yüzünden, açıkça ifade edememiş, bu gerçeği, sembolik ifadelerle, şifre ve kodlarla, talip-mürşit ilişkisi içinde sınırlı sayıda aydınlanmış bir azınlığa zincirleme olarak aktara gelmiş. Geniş Alevi kitleleri de bu sırra vakıf olamamış.

 

· Siyasal ve sosyal açıdan güçsüz, korunmasız kalan Alevi toplumunda talip-mürşit ilişkisinin bozulması, ocak sisteminin tavsaması, bu sırların gelecek kuşaklara aktarılması sürecini sekteye uğratmış, gelinen noktada sırra vakıf bırakın talibi, mürşit de kalmamış, dolayasıyla bu aktarım zinciri kopmuştur.

 

· Alevilikte Cem, tüm varlığın südur yoluyla mutlak nurdan fışkırarak çoklu şekil almasını, maddenin, anti maddenin, madde dışı diğer varlıkların, gezegenlerin, güneş sisteminin, tüm evrenin oluşumunu, öğretinin ilk basamağındaki üyelerine teatral olarak anlatan bir ritüeldir. Cem, bir kutsama ritüelleri dizgesidir. Cem, kadim kozmik bilgileri canlı tutmaya yönelik bir törendir. Cem, sosyal, hukuksal, kültürel, estetik, akademik bir platformdur. Cem’in temel öznesi, öğretinin temelinde var olan “nur” dur (ışık). Tıplık hayat gibi cemin başlaması için de ilk şart ışıktır.

 

· Alevilik, insan ve tüm varlığı Tanrı ile özdeş gördüğü için ibadet (tapınma-kulluk etme) anlayışına sahip değildir. Aleviliğe göre var olan her şey Tanrı’nın parçası, görüntüsü, sıfatlarıdır ve bunların küllü Tanrı’yı oluşturur. Tanrı-kul anlayışı yerine insan-Tanrı özdeşliği esastır. Bunlar semavi dinlerce algılanamaz, anlaşılamaz. O yüzden “Enel hak” İslam’a göre şirk ve yaptırımı ölümdür.

 

KAYNAK : MUSTAFA KILÇIK

 

 

 
  Bugün 1 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol